Bu Geminin Kaptanı

6 Haziran 2014 Cuma

1980 Sonrası Türk Şiiri ve Lale Müldür

                           
    Şair şiir bursu alarak İtalya'ya Floransa’ya gittiğinde şiir-sanat hayatı başlamış sayılmaktadır. İlk şiirleri 1980’de Yazı ve Yeni İnsan dergilerinde, Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar dergilerinde birçok şiir ve yazısı yayınlanmıştır. Türk şiirinin lirizm birikimleriyle ilintisiz, imge ya da görüntü düzeyinden çok beslendiği farklı kültürlerdeki kavramlar ve kaynaklar üzerine kurulu Türk şiirinin köşe taşlarından sayılan şiiri vardır.
   1998'de yazdığı Divanü lügat-it-Türk isimli kitabı Fransız bir Türkolog tarafından Fransızca'ya çevrilmiştir. Halen çok sayıda yabancı yayınevinden teklif aldığı söylenmektedir. Şairin, New York'ta yayımlanacak bir şiir kitabının çevirisi ise devam etmekte ve şiirlerinin bir kısmı İsrail'de İbranice'ye çevrilmektedir.
   Lale Müldür’ün şiir hayatında ise mistik ve metafizik şiir, aşk, yalnızlık, ölüm, yok oluş vurgularının yanında toplumsal ve siyasi göndermeleri görmek de mümkündür. “Benim aslında şiir evrenimin tanımlanması çok zor. Değişik olgulardan yola çıkar, daha çok metafizikle bir söyleşi gibidir esas, metafizik bulguların ağırlığından oluşur.” Siyasi şiire gelince, şiirinde Bush ve Irak Savaşı’na dair öngörü olan şair, bu durumun metafizikle uğraşıldığında doğal bir sonuç olduğunu savunuyor. Baki Asiltürk ise Lale Müldür’ün bir dönem “İslamcı duyuşu, Müslümanca yaşayışı benimsediğini” söylese de sonraları bundan vazgeçtiğini, bu yüzden de sanat hayatını Mistik açıdan ele almanın daha doğru olacağını savunur.  Ancak Müldür, şiirinin rahat bırakılmasını savunur, bir kalıba dahil olmayı reddeder, şiir özgür ve vatansızdır. Cezmi Ersöz ile yaptığı söyleşide bu durumu şöyle açıklar, “Evet vatansız bir şiir yazıyorum ben. Şiirin ne zaman vatanı oldu ki?”  Hem özel hayatı, hem de sanat hayatı açısından şair kısıtlanmaya tepkisiz kalmamaktadır. Özgürlük kavramını çok sık görürüz onda.“Kimi zaman bir fizik formülünü gördüğümde ‘bu bir şiir’ diyebiliyorum. (…) Bana teğet geçen şeyleri her an bu bir şiir olabilir ya da olamaz diye tasniflerim. Şiir yaşanan ama ifade edilemeyen bir şey. Şiirin ille de yazılması gerekmiyor”  Tabii burada aynı dönem şairlerinden Ataol Behramoğlu’nu “Her şey şiirdir” deyişiyle, Haydar Ergülen’i “Bir sinema filmi neden şiir sayılmasın?” deyişiyle anabiliriz. Her şeyi şiirine dahil eden Müldür, kavram ve imge dağarcığıyla dikkat çekiyor; Uranüs, Barokko, Bizansiyya, Konstantin, Hz. Muhammed, Hz. İsa, Meryem, Burjuvazi, Panteizm, Fütürizm; Heidegger’in Varlık kavramı, Hegel’in Mutsuz Bilinç’i, Rimbaud’un Başka’sı, Tanrıların Kaçışı ve Kutsallığı, Mayakowski’nin Yalnızlık Oyunu, Bizans’ın İstanbul’u yada Portekizli bir korsan.. Onu etkileyen her şeyi şiirinde görmek mümkündür. Değişik şiirlerin de hoşuna gittiğini belirtir. “Şiirde yer yer değişen duygularıma bağlı, değişik şiirler de hoşuma gider. Hiç kimse sürekli aynı hatta kalmıyor, şiirde de bu durum normaldir.” Onun şiirlerinde Dünya mitolojisini de görmek mümkündür, Kutsal kitaplardan alıntılar da. Kendi kitabının ismiyle –Anne Ben Barbar Mıyım?- anılan 13. İstanbul Bienali açılışında okumak için seçtiği şiire göz atalım;

Constantinopolis'e Uyanmak 
Sophie & Gerard'a

Bizans'a bakarak uyuyorsun. ama yorgunluğun çok derin.
yorgunluğun uzun bir nehir kadar derin senin.
çıkart at kalbini, işte hepsi bu, hepsi bu, bu sensin.
bir ses duyuyorsun, karanlık yağmur, üzgün bir ses
sarı ayışığında onun oluyor.

sonra? sonra uyuyorsun. Bizans'ın içinde uyuyorsun. adak mumlarından
akan ılık damlalar gözkapaklarını yakıyor. siyah bir şilep bekliyor
sei uykunda. siyah ölüm kadar güzel bir şilep. uykunun kenarında.
istersen uykunun içinden siyah bir kanat gibi geçip ulaşabilirsin
o şilebe. ama bunu istemiyorsun. sen şimdi Haliç'te suların üstünde
uzanıyorsun bir kolun siyah bir şilebe bağlı diğer kolun Kız Kulesinin
ışıklandırılmış hüznüne. uyanmasaydın parçalanacaktın.
(…)

  Anlaşılacağı üzere Lale Müldür’ün şiiri çok dilli, evrensel bir sentaksa sahiptir. Türkçe yazdığı bir şiire İngilizce yahut Fransızca kelimeler, cümleler, dizeler ekleyebilir. Bu durumu şairlerde normal bulduğunu da savunur. Çünkü ona göre şiir dili evrenseldir. Merkezsiz ve yurtsuzdur. Cezmi Ersöz ile yaptığı söyleşisinde şöyle demiştir, “Evet, vatansız bir şiir yazıyorum ben. Şiirin ne zaman vatanı oldu ki? Ama vatan meselesi tek faktöre indirildi. Dil! O halde ben de Türk şairiyim. (..) Ben de Cumhuriyet’in garip çocuklarındanım.”  Kadın şair diye anılmanın bir sınıflandırma aracı olduğunu belirterek, bu duruma ciddi tepkiler göstermiştir. Şiiri önce şiir kıstasıyla değerlendirmek gerektiğini savunuyor. Metin Celal Yeni Türk Şiirinde 1980 sonrası şiirine de ışık tutarken Lale Müldür ve birkaç kadın şairin sanatta kadın-erkek sınıflandırılmasına karşı çıktığını ve, ilginçtir ki, bu yaklaşımın şiirde feminizm hareketini yükselttiğini savunuyor.  Lale Müldür ise kadının şiirde ve sanatta arka planda kalmasını tarihsel bir yenilgiden kaynaklandığını belirtiyor. Kadın entelektüel olarak daha aşağı bir konuma geçmek zorunda bırakılmıştır. Bu konuyla ilgili Lale Müldür yine Rimbaud’dan örnek veriyor, “Kadının köreliği kırıldığı zaman, ancak o zaman, kadın tuhaf, anlaşılmaz, itici, lezzetli şeyler bulacak” Ve ekliyor Müldür, “O zaman bize denizcinin ve yatağın şarkısını sunacak; bize yutturmaya çalıştıkları bazı üzgün , sürükleyip giden küçük kadınlar üzerine duyduğumuz sıkıcı hıçkırıklar yerine. O da bir şair olacak ve bilinmeyeni keşfedip, ‘öteki’ erotizmi anlatacak bize.” Şair, her türlü sınıflandırmaya karşı dururken, Türk Şiiri’nden de ümitli olduğunu sık sık vurgular. Fakat bu ümitli olma hali bir ön okuma değil, daha çok ütopik bir yaklaşımdır. Çünkü ön okumaların hep bizi felakete götürdüğünü düşünür. “Doğru bildiğimiz birçok şeyin yıkıldığını görmedik mi?”  Geçmişi geleceğe yol olarak koyar sürekli Şair. Uzak Fırtına adlı şiir kitabı, bir duvar işçisinden alıntılanan şu söz ile başlar, “tarihe benzer bir yapı olacak”. Lale Müldür her daim asaletini korumayı başarmış bir şairdir. Bunu, şiirinde bir işçiden bahsederken ya da Kudüs Bakirelerine karışmak isterken bile görebiliyoruz.

BuhuruMeryem
(…)
Kudüs bakirelerine karışmak istiyorum ben
O ıslak frambuaz ülkesinde
bir oğul doğurmak ve
            sizi unutmak istiyorum.

   Bir kaçış, huzura erişme arzusu vardır şiirlerinde. Şair kalıplaşan herşeyden uzaklaşmak isterken, bunları dile getirmekten eleştirmekten de korkmaz. Burjuvaziye de karşı durmuş, “yaşadığımız dünyaya kara bir ayna tutan zehirli çiçekler”in hayatımız için ne kadar elzem oluşunu Zehirli Çiçekler adlı denemesinde kaleme almıştır. Heykele ruj sürerek donuk burjuva estetiğine başkaldıran Violette’ye duyduğu hayranlığı dile getirir. Ve o hep haklıdır. Çünkü Seriler Kitabı, Şarkılar bölümü Louis Aragon’un “şair daima haklıdır” dizesiyle başlar..


                                                                                               Özlem Erikci/ 07062014
                                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder